K2 Güncel Sanat Merkezi Direktörü Ayşegül Kurtel, kuşkusuz İzmir kültür sanat hayatının en önemli isimlerinden biri, 2007’den beri de Uluslararası Güncel Sanat Trienali PORTIZMIR’in  direktörlüğünü yapıyor. PORTIZMIR bugüne kadar yürüttüğü projelerle uluslararası güncel sanat platformu üzerinden, İzmir’in sanat ve kültür hayatını harekete geçirmeyi, sanatı daha geniş bir izleyici kitlesiyle buluşturmayı hedefliyor. ‘Serap ve Arzu’ başlığıyla, şu an makus kaderini bekleyen Austro-Türk Tütün Deposu’nda başlayan bu serüven artık kentten uzakta, çam ormanlarıyla çevrili 45 dönümlük verimli bir tarım arazisinde, K2 Urla Nefes Alanı’nda (K2 UNA) devam ediyor. “PORTIZMIR’in sonuncusuna nefes adını verdik. Çünkü herkesin büyük bir nefes alanına ihtiyacı olduğu ortada” diyen Kurtel ile PORTIZMIR4’ün etkinlikleri dolayısıyla gidip gelme fırsatı bulduğumuz K2 UNA’da neler olduğuna dair merakımız üzerine bir araya geldik.

“Sanatla ilişkim, Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’ne eğitim için girdiğim sürecin ardından adeta bir silsile gibi gelişti” diye söze başlayan Ayşegül Kurtel: “Güzel sanatlar aslında ikinci üniversitem. Amerikan Kız Koleji’ni bitirdiğimde eşimin işi dolayısıyla İzmir’e yerleşmemiz gerekti. Ben de üniversiteye girmeden evlendim. İzmir’deki hayatımı ona göre kurgularım diye düşünüyordum. Sanata karşı hep ilgim vardı fakat o zaman İzmir’de güzel sanatlar fakültesi yoktu. Ben de sanat okuyamayacaksam birbirine çok yakın bulduğum bilim alanında eğitim görürüm diye düşündüm. Amacım meslek edinmek değildi, bilimle ilgili bir alt yapı oluşturma düşüncesiyle eczacılık okudum” diyor.

Bitkilerle ilişkilenmek istediği; biyoloji, fizik, kimya, matematikle ilgili temel bilgileri edinmeyi hedeflediği için eczacılığı seçen Kurtel, “Ama ben eğitimimi hep sanat bakış açısıyla, olayları kendi kafamda farklı bir formata oturtarak götürdüm” diyor ve açılmasını dört gözle beklediği güzel sanatlar fakültesindeki öğrencilik günlerini anlatmaya başlıyor: “İki kızım da üniversite yıllarında doğdu. Çocuklarımı büyütürken heyecanla takip ettiğim Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi açılmıştı. Büyük kızım ilkokulu bitirince kendimi güzel sanatlar fakültesine attım ve sanatla ilişkilenme sürecim gerçek anlamda başlamış oldu. Tabii öncesinde hep okudum, kendimce takip ettim. Benim için çok çok keyifli bir süreçti, hem eğitim kadrosuyla hem  ortamıyla… Bornova’da İletişim Fakültesi’nin bahçeleri arasındaki barakalarda eğitim gördük. O gün için çok yoksunluk gibi görünüyordu ama bizim için şahaneydi, tabiata hemen açılabiliyorduk. En değer verdiğim hocalarımdan biri olan Fevzi Saydam, ‘Haydi şövalelerimizi alıp badem ağaçlarının resmini yapalım!’ diyerek bizi dışarı çıkarıyordu. Bence Türkiye’nin en önemli sanatçılarından da biri. Hem yaşam biçimiyle, hem tarzıyla üzerinde durulması gereken bir sanatçı. Hakikatten tabiata soluksuz yaklaşabildiğimiz bir ortamda eğitimimi tamamladım. Ayaklarımızı hemen toprağa basabildiğimiz bir yerdi, ağaçlar neredeyse dokunarak resimlerini yaptığımız  şeylerdi ve çok beslendik oradan. Çok daha küçük bir gruptuk ve yakınlık vardı. O zaman bize koşullar yetersizmiş gibi gelirken aslında farklı bir boyutta çok besleyiciydi.”

“ÖĞRENCİLER NEREDEYSE OKULDAN MEZUN OLMAK İSTEMİYORDU”

Sonrasında üniversitede yüksek lisans yapmaya başlayan Kurtel, yüksek lisansını resim üzerine yapsa da aynı zamanda tiyatro ve sinemayla da ilgileniyor. Resimle sınırlanmayan, geniş bir skalada eğitim alıyor. Prof. Dr. Özdemir Nutku ve Prof. Dr. Oğuz Adanır’la dersleri oluyor. ‘Batı resmindeki alegorinin incelenmesi’ üzerine yazdığı tezindeki yaklaşımını olumlu bulan Adem Genç’in teklifiyle sözleşmeli olarak fakültede ders vermeye başlıyor. Yaklaşık 10 yıl süren hocalık sürecinde lisans eğitimi sırasında öğrenmediği kadar çok şey öğrendiğini söylüyor.

Ayşegül Kurtel’in Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki yolculuğu K2 Güncel Sanat Merkezi’ni kurduğu 2003 yılına kadar sürüyor ve kuruluş aşamasını şöyle anlatıyor: “Bu dönemde öğrencilerin neredeyse okuldan mezun olmak istemediklerini fark ettik. İzmir çok keyifli bir yer ama lojistik olarak sanatçıların bir arada durup da fikir alışverişi yapabilecekleri yer neredeyse yok gibiydi. Öğrencilerin çoğu İzmirli ailelerin çocukları olduğu için dönüp aileleriyle aynı evde yaşamak durumunda kalıyordu, ev ortamında çalışmaları zordu. Çoğu zaten o dönem İstanbul cazibesine kapıldı. Daha tam hazır olmadan ‘İstanbul cehennemine’ gittiler. Gerçekten ayaklarının üzerine basıp daha kendi gücünün farkına varmadan farklı ortamlarda durmaları genç sanatçılar için bir handikaptı. Oranın mücadele yöntemleriyle mücadele ettiklerinde belki kendi özlerinden ödün vermek zorunda kalıyorlardı ve burada güçlenebilecekleri, burada iletişim ortamına katılabilecekleri, paylaşabilecekleri bir alan gerekiyordu. O sırada atıl durumdaki Büyük Kardıçalı Han’da kişisel iletişimim aracılığıyla bir şey yapabilme imkanı doğdu. Atölyelerin, bir dökümantasyon merkezinin, ortak kullanım ve sergileme alanının olacağı bir yer hayal ettik. Ben buna girişip dönüştürebilirdim ama bu ancak birlikte yararlanacaksak, hep beraber ilgimiz çekiyorsa yapılabilir ve bir anlamı olur diye yola çıktık. Ramazan Bayrakoğlu, Hakan Kırdar, Ahmet Uhri, Mehmet Kahyaoğlu gibi İzmir sanatının ve entelektüel hayatının önemli kişileri, Borga Kantürk, Gökçe Süvari, Tufan Baltalar, Elmas Deniz, Esra Okyay ve daha birçok isimle o dönem bu heyecanı paylaştık. Karakteristik bir sanatçı inisiyatifiydi. En önemsediğimiz konulardan biri ise hiyerarşinin olmamasıydı. Hiyerarşisiz, herkesin düşüncesini kattığı bir süreçti.”

Herkesin bütün heyecanını ortaya koyarak, ilişkilerini katarak oluşan K2, uluslararası birçok projenin içinde katılımcı olarak yer almasının yanı sıra, kendi yönettikleriyle de birçok sanatçıyı ağırlayarak İzmir’in kültür sanat hayatında önemli bir ağ oluşturdu. Ve bu ağ PORTIZMIR Uluslararası Güncel Sanat Trienali’ni doğurdu. “Bütün bunlar birbirini tamamlayarak bizi tekrar tabiatla buluşturdu” diyen Ayşegül Kurtel şu an tabiatın yol göstericiliğine ihtiyacımız olduğunu düşünüyor: “İçinde bulunduğumuz durum ortada. Dünyanın sosyopolitik durumu, evrenin geldiği nokta… Biz bu dünyada yaşıyoruz, bu dünya bize bu kadar olanak sunarken biz onu süratle tüketiyoruz. Oysa bütün insanlık tarihi boyunca tabiat bize hep yol gösterici olmuştur. Biz de tabiattan giderek uzaklaşıyoruz. İnsanın özündeki ritim aslında tabiatın ritmi. ‘Biz neden tabiattan medet ummuyoruz tekrar?’ diye düşünmeye başladığımızda, tabiat bize mutlaka yol gösterecektir. Rönesansa baktığınızda, Michelangelo ile Leonardo’nun geldiği nokta bir zirve gibi görünüyor. Leonardo tabiatı sanatla, Michelangelo felsefeyle sanatı birleştiriyor. Birçok düşünür başta Baudrillard olmak üzere, aslında insanın bir simülasyon yaşadığını söylüyor. Yani simülatif bir şeyin içinde debelenip duruyoruz. ‘Buradan çıkabilir miyiz?’ ‘Çıkamayız’ diyor Batılılar. Ben çıkabiliriz diye düşünüyorum. Belki tabiat bize yol gösterebilir.”

“BİZ HEM DOĞULU HEM DE BATILIYSAK EĞER ARA YERDE ALTERNATİF BİR FORMAT ÖNEREBİLMELİYİZ”

Kurtel’e göre doğayla ilişki içinde olmak, neredeyse şamanik bir formatta ona teslim olmak, oradan bir şeyler çıkarmaya çalışmak gerekiyor. Hemen hemen tüm ilk derslerinde öğrencilerine söylediği ‘bilgi madara’ sözünü hatırlatarak “Bilgi artık parmağımızın ucunda, hemen ulaşabiliriz. Biz ne diyoruz önemli olan o. Bizim üreteceğimiz bilgi esas bilgi ama o bilgiye nasıl ulaşabiliriz? O bilgiye kendi benliğimize ne kadar yaklaşabiliyorsak ve tabiatla ne kadar bir arada olabiliyorsak oradan bir çıkış yakalayabiliriz belki. Bizim coğrafi durumumuz, felsefi konumumuz çok zengin. Batı’nın tıkanmışlık dediği, simülasyon dediği şey aslında üzerinde çok tartıştığımız dökümantasyon yönteminden de kaynaklanıyor. Çünkü dökümante edilen bir şey, referans gösterilerek bir sonraki dökümantasyonu var ediyor o da bir sonrakini. Giriş, gelişme, sonuç şeklinde bize dikte edilen kompozisyon derslerindeki gibi sonuç bekleniyor. Neyin sonucu?  Sonuç açık olmalı. Bu da aslında Doğulu düşünce biçimi, o da yok olup gidiyor. Biz hem Doğulu hem Batılı’ysak eğer ara yerde alternatif bir format önerebilmeliyiz.  Ama şimdi aklın yolu bir. Teknolojinin de sunduğu ortamlarla bilgi gerçekten böyle yüzer gezer bir şey içinde. Bilgiye her an ulaşabiliyoruz ve bu da artık insanlarda kendi bilgisini üretme güdüsünü geliştirdi. Biz de kendi bilgimizi bu kent yapısının yığınları içinde zorlanarak yapacağımıza, ‘Neden tabiatın içinde olmayalım?’ düşüncesiyle Urla Nefes Alanı’nı yarattık. Kardıçalı Han’nın verdiği imkan bizi nasıl buralara getirdiyse, K2 Urla Nefes Alanı için kullandığımız arazinin bu düşünceye tahsis edilmesi de bence tarihi bir şey şu anda” diyor.

“Peki şu an o arazide neler oluyor?” sorusunu “PORTIZMIR’in sonuncusuna ‘Nefes’ adını verdik. Çünkü herkesin büyük bir nefes alanına ihtiyacı olduğu ortada. Araziyi de K2 Urla Nefes Alanı (K2 UNA) diye isimlendirdik. O dönem oranın master planını yaptık. Bölgenin sosyolojik yapısına yönelik dökümanter çalışmalarımız oldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim görevlileri Michael Edward Young ve Stefano Pugliese ile arazi üzerinde çok keyifli çalışmalar yaptık. Bir yandan da orası bizim birçok aktivitemizi yaptığımız bir yer haline de geldi. K2’nin kuruluşundan beri bir sanat terminolojisi oluşturma sorumluluğu hissediyoruz. Batı kökenli bilginin bize entegre olması sırasında ister istemez bir terminoloji problemi doğuyor. Buna yönelik atölyeler, eser ve yazı çözümleme çalışmaları yaptık. Şu an o arazide sanatçıların hem yaşayabilecekleri hem de üretebilecekleri alanlar hazırlıyoruz. Oranın kurgusunu çok eski arkadaşım, çok önemli peyzajist Jean-Luc Maeso yapıyor. Bu süreçte tabiatla bir arada hareket ettiğimiz için tepeden inme yapılar yerine, oranın bize sunduğu koşullar çerçevesinde yavaş yavaş ilerliyoruz. Yerden yüksek, ekolojik, ahşap yapılar yapıyoruz. İlk hedefimiz 10 bungalov yapmak. Bunlar yaklaşık 24 metrekarelik; bir oda, bir yaşam alanı, bir de banyo ve tuvaletten oluşan küçük birimler. Bunlar tek tek elde yapıldığı için zaman alıyor ama biz zaten o zamanı kullanmak istiyoruz. Yapımı bitmek üzere olan 100 metrekarelik bir ortak kullanım ve performans alanımız var. Kapsamlı ve o yöreye hizmet edecek bir mutfak da hazırlıyoruz. Ekolojik olarak ürettiğimiz sebze ve meyveleri, hemen yanına inşa edilen bu mutfakta yörenin uygulama biçimleriyle sunmayı ve organik olarak saklamayı hedefliyoruz. Bu da sanat yaparken yaşamın içine entegre olmak demek. Orada sanat yaparken, kendini sanatın dışındaymış gibi sanan birçok kişiyi sanatın içine katıyor olmak çok önemli. Bizim de onlardan öğrenebileceğimiz çok şey var. Şu an tüm bunların inşa edilmesi için kullanılan büyük bir ahşap atölyemiz var. Bu atölye daha sonra da her zaman için sanatçıların kullanımına açık olacak. Seramikle ilgili de büyük bir alan yaratmayı hedefliyoruz. Mayıstan itibaren orada projeleri hazırlayabilecek hale geliyoruz. Hatta ‘Bir nalımız var, üç nal bir at eksik’ lafı gibi, geçen gün orası için yorgan ve yastık aldım” diye yanıtlıyor.

“İZMİR İSTANBUL’UN HEGEMONYASINDAN YAVAŞ YAVAŞ ÇIKIYOR”

K2 UNA gerektiğinde açık alanda bile kalınabilecek şekilde tasarlanıyor. “Biz oraya çadır da kurabiliriz, hatta istersek yataklarımızı yere serip yıldızları seyrederek yatabiliriz” diyen Kurtel, ileride orada neler olacağına dair oldukça heyecanlı: “Burada tabii en en önemli şey; farklı sanat disiplinlerinden hatta disiplinler arası ve disiplinler üstü kişilerle bir araya gelmek ve tabiatın yol göstericiliğiyle ‘entelektüel’ birikimlerimiz oraya döküp saçarak, belki onlardan arınarak, bir noktada orada bir şey paylaşarak ‘Ne üretebiliriz? Neyi konuşuruz? Dünya’ya nasıl bir şey önerebiliriz? İzmir’e ve hatta bu çevreye bu şey üzerinden bir söylem geliştirebilir miyiz? İzmir’in bu batının doğusunda doğunun batısındaki konumu nedeniyle PORTIZMIR adını koyduğumuz; sanat açısından bu kadar üretken, çok ciddi genç nüfus barındıran bu kentte yaratacağımız bu ortam, belki de İzmir’in her zaman anılan yumuşak başlı, derinden başkaldıran ama anarşi yaratmayan, sakin sakin ama ama sakinliğin altında her zaman var olan o enerjisiyle bir söylem doğurabilir. Bunu şunun için yapıyoruz demek doğru değil, bir şey için yapıyor olabiliriz sadece. Tanımlamaktan kaçındığım gibi önceden bir hedef koymaktan da kaçınıyorum. Sadece tabiatın yol göstericiliğinden yararlanalım diye düşünüyorum. Bakalım o bize ne gösterecek?”

İzmir’de mütevazi fonlarla yapılmak istenilen projelerin gerçekleşmesi için çok ciddi olanak sağladığını düşündüğü Kültür İçin Alan’ın (kulturicinalan.com), ilk çalıştayına katıldığı, sonrasında da kültür danışma kurulunda yer aldığı Akdeniz Akademisi’nin (izmeda.org)  “Çok büyük bir eksikliği tamamladınız. Yurt dışında görüp de özendiğimiz, keşke olsa dediğimiz şeyi yapıyorsunuz” sözleriyle nitelediği Lokall’in, yönetim kurulunda yer aldığı TARKEM’in (tarkem.com) yaptığı çalışmaların çok önemli olduğunu düşünen Ayşegül Kurtel “Artık yavaş yavaş, bu farklı noktalarda bu enerjilerin toparlanması açısından çok önemli aktiviteler gerçekleşiyor. Bir motivasyon oluyor ve insanlara çekim alanı yaratıyor. İnsanların o ilgi alanları, boşlukta dolaşan o enerji giderek sinerjiye dönüşüyor ki İzmir’in en büyük eksikliği bence buydu. Çok ciddi bir enerji var ve bunun üretime dönüşmesi için sinerji gerekliydi. K2’nin belki de misyonu buydu. Mutlaka etkisi olduğuna inanıyorum” diyor.

İzmir’in İstanbul hegemonyasından yavaş yavaş çıktığını söyleyen Kurtel sözlerini şöyle sürdürüyor: “İzmir’de sanat alınmıyor, satılmıyor. Bu hep söyleniyor. Bir şeyin üretilmesi çok önemli ama tüketilme noktasında bunun illa parayla olması gerekmeyebilir. Her şeyden önce bir ürün ortaya çıkması, bu ürünün kaliteli olması önemlidir. İzmir de ürün çıkartıyor. Önemli olan bu ürünün yaratılacağı ortamın sağlanması. İzmir’de İstanbul’daki kadar vahşi bir pazarın olmaması sanatçıların çok daha rahat üretmesi için daha uygun bir ortam sağlıyor. Çünkü o pazar sanatçı için çok büyük bir baskı. Her ortamda dile getiriyorum ve mutlaka buna bir çözüm olacağına inanıyorum. İzmir’in aslında bu genç sanatçı potansiyelini rahat ettirecek bir alan yaratması mecburiyeti var. Artık bunun olabileceğine inanıyorum çünkü İzmir zaten böyle bir potansiyel olduğunu gösterdi, bu potansiyelin İzmir’i nerelere götürebileceğini de gösterdi. Eminim ki yerel yönetimler bu ihtiyaca cevap verecek. Sanatçıların huzur içinde yaşayıp üretebilecekleri ortamları olursa zaten o baskıdan kurtulacaklar ve daha verimli üretecekler, belki de böylece süratle paraya da dönecektir. İzmir’de üzerinde o baskının olmaması aslında üretimi olumlu yönde etkiliyor” diyor.

Ayşegül Kurtel sanatın bir ritim olduğunu düşünüyor: “Tanımlamaktan hep çok çekinirim ama tanımlamak gerekirse sanat bence bir ritim. Bu ritim nedir? İki şeyin yan yana gelmesidir. O ritmin zenginleşebilir, zayıf olabilir ya da temel bir ritim vardır. Ben de diyorum ki, aslında temel ritim insanın doğasında var ve doğduktan sonra, insanın üzerine koyduğumuz her şeyle bu ritmi giderek geri tepiyoruz. Güzel sanatlar eğitimi dediğimiz noktaya geldiğimizde, kişinin üzerindeki baskıları azalta azalta kendi ritmine nasıl yaklaştırabiliriz diye uğraşıyoruz.” Ve yeni mezun genç sanatçılara tavsiyesi de şu oluyor: “Ben farklı olacağım, özgün olacağım diye debelendikçe olmuyor. Sakin ol! Kendine ait, samimiyetle yaptığın şey mutlaka bir yere ulaşır.”

“Birçok projenin hem içinde hem ucundayız” diyen Ayşegül Kurtel “Şimdi başlayacak büyük bir Avrupa Birliği projemiz var. Bu çok heyecan verici, gurur duyuyoruz ama bir yandan da büyük bir sorumluluk yüklemiş oluyor. Bu projeyi layıkıyla yapabileceğimize inanıyorum. Duyurularını zaman içinde yapacağız” diye sözlerine son veriyor.