BE Contemporary’de 22 Ocak – 2 Mart 2021 tarihleri arasında gerçekleşen PROCESSING sergisi kapsamında çağdaş müzisyen, kompozitör ve görsel sanatçı Oğuz Büyükberber ile görüştük.
PROCESSING sanatçının soyut dışavurumcu dijital tablolarını içeren ilk solo sergisi. Sanatçının dijital tablolarında olduğu gibi, müzikteki ustalığının güçlü duygular yaratarak görsellere yansıması nadir bir deneyim. Kendisi belki de görmesiyle ilgili özel durumu nedeniyle resim yapma, dışavurum ve kompozisyonlar yaratma konusunda tutkulu bir sanatçı. Çalışmalarında, ilk bakıştaki resmin durağan görüntüsünün ardında bir süre sonra notalar öne çıkıyor. Bir orkestra gibi duygular, renk, çizgi ve formlar birleşerek, etkileyici görsel bir kompozisyona dönüşüyor. Eserleri görüldüğünde ilk akla gelen ressamlardan biri Wassily Kandinsky. Oğuz Büyükberber’i kendi cümleleriyle daha yakından tanımak için çalışmaları ve yaratıcı süreçleri hakkındaki söyleşimizi okuyabilirsiniz.
Resimle ilişkinizin nasıl başladığını bize anlatmak ister misiniz?
Ne zaman resim yapmaya başladığım hakkında herhangi bir anım bile yok. Muhtemelen bu çoğu kişi için doğrudur ama ben sonuçta çoğu çocuğun yaptığından daha fazla resim yapmaya başladım. Çocukluğumda daha fazla uğraştığım hiçbir şey yoktu çünkü diğer çocukların oynadığı çoğu oyunu oynayamıyordum. Doğuştan görme bozukluğum vardı, böylece ben de bütün gün resim yapıyordum, her gün, bazen aralıksız sekiz saat.
Derinlik algısı olmaksızın toplam %10 kadar görme yeteneğim vardı. Yıllar sonra büyüdüğümde ve geriye dönüp baktığımda, resim yapmanın dünyada her şeyin nasıl olduğunu görmeyi ve anlamayı öğrenmem için öncelikli aracım olarak işlev gördüğünü fark ettim. Annem evde ve manavda her şeye dokunmama izin veriyordu. Anlamadan her şeyi kafamda eşleştiriyordum. Bir mühendis olarak babam da daha 6 yaşındayken bana perspektif çizimini öğretmişti. Sekiz yaşına geldiğimde, nasıl gerçekçi resimler yaptığımı doktorlar izah edemiyordu.
Yurtdışında ve yurtiçinde çeşitli ödüller kazandım, resimlerim dünyayı dolaşan sergilere katıldı ve 1987 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne en yüksek puanla kabul edildim.
Yani ressam olmamda beni etkileyen sınırlı görme yeteneğim oldu.
Başarılı bir klarnetçi ve besteci olduktan sonra, yeniden görsel sanatlara nasıl başladınız?
Görsel sanatım üzerine çalışmaktan hiç vazgeçmedim. Güzel sanatlar okulu çalışmalarım sırasında müzik benim için çok daha öncelikli bir ifade aracı oldu. Bunun iki şeyle ilgisi var: Ne yapmak istediğimi “seçme” arzum (mesela resim yaparken seçtiğim değil doğal olarak her zaman yaptığım bir şey gibi hissettim) ve ikincisi de benim çok yönlü yaklaşımımı anlamak için resim hocalarımın sınırlamaları.
Becerilerimi ve üretkenliğimi takdir etmelerine karşı, onların bir sonraki versiyonu olmayacağımı görmekten dolayı hayal kırıklığına uğramışlardı. Çok çaba gösterdiler, ben de öyle. Her şeye rağmen diploma almaya hak kazandım ve resmim üzerinde çalışmaya asla ara vermeksizin profesyonel bir müzisyen olmak için hayatıma devam ettim.
2000’li yılların başında, Amsterdam’da konservatuar eğitimimden sonra, uluslararası modern müzik sahnesindeki yerim hakkında güven duymaya başlamıştım ve görsel sanatımı kompozisyonlarım ve performanslarımla birleştirmek için cesaretlenmiştim. Grafik notasyon, canlı video, el çizimi animasyon ve daha birçok şey yapmam için sayısız komisyon aldım.
Görsel sanat ve müzik arasındaki benzerlik ve zıtlıkları nasıl yorumluyorsunuz?
Daha gençken, konu zaman kavramıyla müzik ve görsel sanatın nasıl ilişkili olduğuna geldiğinde kesin ayrılıklarını çok güçlü savunurdum.
Şimdi sınırlar bana çok bulanık görünüyor. Jestler, katmanlar, hız, yoğunluk, doku, biçim ve renk görsel sanatlara oldukları kadar müziğe de aittirler. Hem görsel sanatta hem de müzikte formal eğitim almış biri olarak, bu iki farklı görünen disiplinde paralellikler görüyorum.

Oğuz Büyükberber, Processing 4, dijital resim, diasec baskı, 100×70 cm
Kariyeriniz nasıl gelişti ve zaman içinde çalışmalarınız nasıl değişti?
80’lerin sonu ve 90’ların başında, ağırlıklı olarak geleneksel hava fırçası kullanarak fotogerçekçi ve sürrealist illüstrasyonları takıntı haline getirmiştim (Photoshop’ta kullanılan hava fırçası aracı değil; o zamanlar bunlar yoktu bile!). Büyüdükçe ve bilgisayar teknolojisi illüstrasyon sanatında egemen oldukça, ben de çizim ve resme döndüm ve çalışmalarım gittikçe daha soyut oldu.
Müzik çalışmanın kesinlikle görsel çalışmalarımı nasıl geliştirdiğim konusu üzerinde etkisi oldu. Dil ve okunurluk hakkında farklı sorular sormaya başladım, yan yana koyma ve derinlik anlayışını araştırıp keşfetmeye başladım. Sanatımla eskisinden daha fazla kişisel bağlantım olduğunu hissetmeye başladım.
Son on yılda görme yeteneğim daha da kötüye gitti. Bu, önceleri beni depresyona ve üzüntüye itti, ancak kısa sürede sanatımın nasıl görünmesi konusunda önyargılarımdan kurtuldum. Eğer eskisi gibi görmüyorsam neden aynı resmi yapmaya çabalamak zorunda olmalıydım? Dediğim gibi, doğuştan itibaren zaten görme yeteneğim yeterince kötüydü ve 40 yaşına kadar bu aşırı detaylı resimleri yapabilmek, kağıda, tuvale veya her neyin üzerinde çalışıyorsam ona daha çok yaklaşmak için bedenime eziyet etmem gerekiyordu. Gördüğümü birazcık daha keskin görebilmek için ileri seviyedeki nistagmusumu (gözün odak noktasında sabit kalmasının aşırı zor hatta imkansız olduğu bir göz durumu) dengelemek için başımı yana çevirmem gerekiyordu. Hepsi egoma iyi geliyordu çünkü her zaman “Normal görme yeteneği olanların göremediği detayları görüyorsun!” deniyordu. Ama bu, boyun ameliyatı olacak kadar bedenimin zarar görmesine mal oldu.
Son birkaç yıldır daha büyük hareket ve mimikleri ve onların ritimlerini resimlerim için ana malzeme olarak inceliyorum. Dijital alanda çalışma konusunda kendimle barış sağladıktan sonra, bana daha önce sahip olmadığım kadar özgürlük sağlayan büyütme gibi erişilebilirlik araçları kullanmaya başladım. Şu anki çalışmalarımın daha gençken yaptıklarımın ters yansımaları olduğunu hissediyorum. Yani “Benim de görebileceğim dünyayı göster” yerine “dünyayı nasıl gördüğümü paylaşmayı” keşfediyorum.
Canlı performanslarınızda arka planda kendi dijital sanatınızı yapma ve kullanma fikri nasıl doğdu?
Bunu hiç arka plan olarak düşünmemiştim. Sorunuzun solistin izleyici perspektifinden algılanabileceği ön planda durduğu bir müzik performansının doğası gereği olduğunu anlıyorum. Aynı çalışmayı kendimi sanatçı olarak göstermeden yapmayı deneyimledim ve aynı soruyla farklı şekilde karşılaştım: “Görsel sanatınızın arka planında kendi müziğinizi yapma ve kullanma fikrine nasıl ulaştınız?”
Görsel-işitsel bir eser için yaratıcı sürecim her zaman paralel bir iş akışı oldu ve dolayısıyla sonucu birinin baskın olduğu şekilde duymuyorum/görmüyorum. Sonuç daha çok aynı soruyu farklı ortamlarda çözmek oluyor.
Benim işitsel-görsel çalışma deneyimimin çok katmanlı bir dijital tabloya bakar gibi olmasını hedefliyorum. Katmanlarından herhangi birinin soyut önemi akışkandır. Birinin bakışına karşı diğerininkinde bir fırça hareketi veya katmanının daha fazla ağırlığı veya önemi olduğunu düşünebilirsiniz.
Nelerden esinlenirsiniz? Sizi en çok etkileyenler kimler?
Kontrastlar ve ikilemler bana ilham verir. Her sanat disiplininde en temel ve eski kompozisyon biçimini oluşturan “Gerilim ve Rahatlama” arasındaki kontrast kadar, beni statik, gerilim-rahatlama ikilisine dayanmayan bir iş de heyecanlandırır. Bu ikincisi, kendi içinde hem rahatlama olmayışının gerilimini hem de yapım eksikliğinden kaynaklı bir gerilimsizliği taşıyan bir oluş haline referans verir. Hem müzikte hem de görsel sanatta yüksek kontrastlı estetik ve hızı sürekli değişen birbirine geçmiş hareketlerden etkileniyorum. İsimleri buraya sığdırmak zor, ama söylemem gerekirse; Max Ernst, Paul Klee, Mauricio Raul Kagel, Thelonious Monk…

Oğuz Büyükberber, Processing 1, dijital resim, diasec baskı, 100×70 cm
Günlük çalışma şeklinizi bizimle paylaşır mısınız?
Stüdyomda raflar dolusu eskiz defterleri var. Her gün çiziyorum ve bunu yıllardır yapıyorum.
İstanbul’da bir sanatçı olmak ve Amsterdam’da bir sanatçı olmak nasıl bir şey?
Farklı nedenlerle bu yerlerin her ikisi ile de kişisel bir bağlantı hissediyorum. Aynı şey Amerika, Berlin, Viyana gibi dünyanın diğer yerleri için de geçerli. Çoğu bu yerlerdeki kişilerle bağlantı hissettiğimle ilgili.
Gezerek, dünyayı görerek ve yerler, nesneler ve insanlarla bağlantı kurarak gelişiyorum. Ama günün sonunda, dış uyaranlar sadece insanın kendi iç sesine ve iç dünyasına dokunmasına yardımcı olan bir araç olurlar.
Türkiye ile bağınızı sanatınıza entegre ediyor musunuz?
Türkiye ile bağımı sanatıma kesin olarak entegre etmek için hiçbir zaman bir noktaya değinmeyi seçmedim. Ama bilinçli olarak da uzak durmak için bir çaba göstermedim.
Bununla birlikte, programsız, soyut, daha kişisel bir sanatsal ifadeyi seçmemin sebebi muhtemelen Türkiye geçmişimdir.
Sizce bir sanatçının toplumda rolü nedir?
Sorulmamış soruları sorma ve yanıtlanmamış sorulara yanıtlar önerme.
Gelecek projeleriniz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?
Eğer hazır hissedersem çocuklarla çalışmayı keşfetmek isterim. Bunun en önemli ve muhtemelen en zor olduğunu düşünüyorum. Henüz önümde somut planlar yok ama birçoğu tasarlanıyor.