Baştan belirtmekte yarar var, aşağıda okuyacağınız yazı, zaman zaman bir sanat etkinliğinin eleştirisi/haberi olmaktan çıkıp, karamsar bir zihnin, kimi endişelerini iletişimde bulunduğu topluluğa mâl etme çabası olarak algılanabilir. Hatta bu çabanın biyolojik terimlerle gösteriliyor olması rahatsızlık da verebilir. Sergideki çalışmaları tek tek değerlendirmek ve her sanatçıdan ayrı ayrı bahsetmek yerine -ki bu 12 sanatçının katıldığı bir etkinlik için hayli geçiştirici bir üsluba dönüşebilir- ‘Yıkım’ vesilesi ile bir araya gelen topluluğu ortak bir paydada değerlendirmeyi tercih ettiğimi de söylemeliyim.
İzmir’de güncel sanat piyasasının ekonomi temelli işleyişini merkezinde taşımayan, gönüllülük esasıyla yol alan ve kendi mayalarını kullanarak dönüşümü başlatan bağımsız yapılar, giderek büyüyen bir ağ oluşturmuş durumda. Sanatçı reflekslerini unutmadan sürece dahil olan isimlerin de işbirliğiyle İzmir’in kılcal damarlarına kadar uzanan bir işleyişten söz etmek mümkün. İzmir dışından kalıcı veya geçici ortaklıklardaki artış da, işleyişin dinamizmini ve güncelliğini kanıtlar nitelikte. 15 Eylül Cumartesi günü açılan ‘Yıkım’ sergisiyle bu dinamik içeriğe yeni bir buluşma eklenmiş oldu.
‘Yıkım’ 15-30 Eylül tarihleri arasında İzmir’deki Austro-Turk Tütün Deposu’nda, Lokall İzmir Kent Rehberi’nin “Kültür için Alan” tarafından desteklenen GLOBLOKAL projesi kapsamında izleyici ile buluştu. Cenkhan Aksoy ve Ali Kemal Ertem küratörlüğündeki sergide, şehirlerin dönüşümündeki yağmacılığı/yıkıcılığı üretmiş oldukları eserler üzerinden tartışan sanatçıların birlikteliği hedeflenmişti. Serginin kavramsal çerçevesi gereği bir araya getirilmiş çalışmalarda, kentsel dönüşümün neden olduğu yıkımın birey-mekân ilişkisi üzerinden temsilleri de yer almaktaydı. Sergide, Alda Sekiz, Ali Kanal, Alpin Arda Bağcık, Aycan Genlik, Aysel Güneş, Barış B. Atal, Başak Özkutlu, Cansu Çakar, Cenkhan Aksoy, Ekin İdiman, Etem Şahin ve Fatih Altan, mekânın tuhaf boşluğunda kendilerine ait kıldıkları özel alanlarda kurguladıkları çalışmalarını nitelikli bir yapıda sergilediler.

Fotoğraf: Sinan Kılıç
İşlevsiz Bir Mekânda Beliren Organizma
2007 yılında ilki gerçekleşen PORTİZMİR ile kapısını sanatsal etkinliklere açan Austro-Turk Tütün Deposu’nda 12 sanatçının katılımıyla gerçekleşen ‘Yıkım’ isimli sergi, mekânın uzun süredir beklemekte olduğu mutlak sonunu imlemekle beraber, Tütün Deposu’nun tedirgin bekleyişini duyumsayıp, mekânı belleğimizde yeniden inşa eden, aynı zamanda kendi de yıkıma uğrama potansiyeli taşıyan bir organizmayı ortaya çıkarır nitelikteydi. Düşünen ve üreten, kolektif bir belleğin taşıyıcısı bu organizma, mekânın belleği ve kimliği ile bir arada düşünüldüğünde, kendisini oluşturma biçimi bakımından, izlerini ve yaralarını gösterme hevesiyle ön plandaydı denebilir. Bu huzursuz tavır, ortak bir temsil biçimi olarak tezahür ediyordu sergide; hatta ‘organizma’ olarak gördüğüm bu yapının, sergi ismini, mekânın potansiyel geleceğini mimleyen çerçevesinden aşırıp kendi hâletiruhiyesinde sakladığını da söyleyebilirim.

Fotoğraf: İlyas Hayta
“Kentçilik alanındaki araştırmalara göre, kentler kendiliğinden bedenimiz ve bedensel işlevler model alınarak kurulmuş gibidirler.”[1] Belki de bu sebeple, bizi çevreleyen yapıların maruz kaldığı ve kalacağı her müdahaleyi bedensel hazların talebi gereğince, kültürel algı eşiklerimizin hassasiyeti oranında duyumsarız. Her gün görmekten mutluluk duyduğumuz güzel bir ağacın bir fırtınada yıkılması ya da daha kötüsü kulaklarınızı tırmalayan makinelerce parçalanması, çocukluğunuzu geçirdiğiniz evin yerinde şimdi bir iş merkezinin yükselişi, bu ve benzeri durumlarla karşılaştığımızda tarifi imkânsız bir his yakalarız. Hatta benzer bir anının tekrar anımsanması bile tanıdık bir haz uyandırır çünkü içimizdeki eksikliğin bir benzeriyle karşılaşmak ilgimizi çeker. Arzu düzeninde, bizde eksik olanı başkasında, başka yerde, başka şeylerde aradığımızdan, bu eksikliği imgesel olarak gidermek de en büyük haz’lardan değil midir? Mekân ve bedenin görülemez bağları üzerinden zihinsel uyarılmamız, (Lacan’a göre moment sublime) , en yüce an’lardan biridir.
Sonsuz Bir Bekleyiş Olarak Üretim Hali
Zorunlu bir ifade aracı olarak sanat disiplinlerini hak etmiş birey için bu anlaşılmaz duyumsama ve sonrası, aslında biyolojik bir süreci tanımlayan özümleme* olgusunu akla getirir.. Belleğimizde tortu halini alan duyular üstü şeyleri bir araya getirip dinmeyen bir tekrarla dönüştürme çabamız, bir özümlemedir ve ‘Yıkım’a kontrast bir süreçtir. Mutlak Sonun nemli kokusu duyulmaya başlayınca, tıpkı Tütün Depo’su gibi huzursuz bir bekleyişte asılı kalırız. Hakkıyla doldurulamayan bir geçmiş söz konusuysa eğer, savsak bir algı insanı huzur ve mutluluğa sürüklemeye yetecektir ancak durmadan sorgulayan, başarabildiği kadar yenilikçi birey ise üretme refleksinin de verdiği kimlik inşası ile birlikte, bu bekleyişi dönüştürmeye, içini doldurmaya, eksikliği gidermeye çalışacaktır. Shayegan’ın deyimiyle “mutsuz bilinçlerinin taşlaşmış anlarını yaşarken” bu bireyler, özümlemelerini sürdürür ancak yaklaşmakta olan ‘Yıkım’ın da farkında oldukları bir bekleyiştedirler. Mekân’ı tanımlayan tema işte bu noktada kayıyor bağlamından, distopik tahayyüllerde yaşam izleri aramış, buluntularını getirip somut bir tavırla sunan bir organizmaya dönüşüyor bu topluluk. Bu organizma, yok olanı görmüş, usulsüzlüklerden, aidiyet problemlerinden bıkmış, belki yerini yadırgasa da paylaşmak ve dönüşmek istiyor, ‘Yıkım’ın molozlarının, ancak bilinç akışıyla, hazla, duyular üstü temaslarla yok edilebileceğini biliyor. Demek ki ardımızda bırakacaklarımızı, en önemli ilişkilerimizi, üretimlerimizi, planlarımızı bu bekleyiş döneminde ortaya çıkaracağız; ‘Yıkım’ın geleceğini hissettiğimiz, içimizdeki işlevsiz boşluğu faal hale getirebildiğimiz, “mutsuz bilinçlerimizin taşlaşmış anlarını” yaşadığımız bu sonsuz bekleyişte…

Fotoğraf: Sinan Kılıç
*ÖZÜMLEME: Herhangi bir organizmanın dışarıdan aldığı bileşenleri kendi vücudunda bir araya getirerek herhangi bir şey üretmesi olayına özümleme denir.
[1] Evin Bilinçdışı, Alberto Eiguer, Bağlam Yayınları, Çev. Perge Akgün