Geçtiğimiz yıl Artful Living tarafından sezonun dikkat çeken 9 oyunundan birisi olarak gösterilen A Corner in the World yapımı Işık Teorisi, İstanbul dışında ilk kez İzmir’de seyirciyle buluşacak. 11 Nisan 2019, Perşembe akşamı saat 20.00’de Toy Izmir’de sahne alacak oyunun öncesinde yönetmen Onur Karaoğlu ve oyunun yapımcıları A Corner in the World ekibinden Fatih Gençkal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Daha çok İstanbul’da A Corner in the World isimli festival ile tanınıyorsunuz. Nedir A Corner in the World ve kimleri içerir? Hikayeniz nasıl başladı?
F.G: A Corner in the World 2015 yılında Türkiye sahnelerinde pek rastlamadığımız yakın coğrafyalarımızdan güncel dans ve tiyatro sanatçılarını İstanbul’da bir araya getiren bağımsız bir gösteri sanatları festivali olarak yola çıktı. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz üç festivalde dünya festivallerinde yer alan İran, Suriye, Lübnan, Fas, Tunus, Yunanistan, Irak, Bulgaristan, Kosova gibi pek çok ülkeden 50’den fazla sanatçıyı İstanbul’un iki yakasındaki 20’den fazla mekanda ağırladık. 2017-2019 arasında bomontiada ALT’ın küratörüydük. Burada farklı formlarda ve disiplinlerde çalışan sanatçılara üretim, paylaşım ve ilham alanı yaratmayı amaçlayan çok disiplinli bir program yürüttük. Geçtiğimiz Ocak ayından bu yana farklı mekanlarda ve şehirlerde programlar, üretim ve paylaşım alanları yaratmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda festivalimiz de yoluna devam ediyor. Burcu Yılmaz, Claire Zerhouni ve ben, ekibin eş-küratörleri ve yürütücüleriyiz ancak çalışmalarımız çoğunlukla pek çok kişi, kurum ve gönüllünün işbirliği ile gerçekleşiyor.
A Corner in the World’ün anlattığınız dönüşümüyle ilişkili olarak, şu an ve yakın gelecekte kurguladığınız projeleriniz neler?
F.G: Şu an kendimizi çağdaş gösteri sanatları ve ilişkili alanlarda çalışan bağımsız bir platform olarak tanımlıyoruz. Yeni işlerin üretilmesi, disiplinler arası etkileşimlerin arttırılması üzerine çalışıyoruz. Ve tabi sanatçıların uluslararası görünürlüğünü artırmak, özellikle yakın coğrafyamızla işbirliği ve hareketlilik imkanlarına katkıda bulunmak istiyoruz. Bu anlamda şu an Tahran’dan Görünmez Güncel Dans Merkezi ile yürüttüğümüz ve Mayıs ayında İstanbul ve İzmir’de, Eylül’de ise Tahran’da gerçekleşecek bir proje üzerine çalışıyoruz. Ayrıca Düsseldorf’tan Tanzhaus NRW ve Kazablanka’dan Espace Darja ile yürüttüğümüz koreograf rezidans programı ve Fransa, Belçika ve Lübnan ortaklığıyla gerçekleşen Amarre adlı sürgündeki sanatçılar için rezidans programı da devam eden projelerimizden. İstanbul’da Mayıs sonunda SALT Beyoğlu ortaklığıyla gerçekleştireceğimiz 29’59’’ adlı kısa işler seçkimiz, SALT ile gelecek sezon sürecek ortaklığımızın ilk adımı olacak. Bunun gibi pek çok projemiz var ve yenileri için çalışıyoruz.

Fotoğraf: Murat Dürüm
Izmir’de ilk defa sahne alacak Işık Teorisi’nin İzmir’de sahnelenmesi fikri nasıl ortaya çıktı? İzmir’le ilişkinizi sürekli kılmak gibi niyetleriniz var mı?
F.G: Işık Teorisi, bizim bomontiada ALT programımız kapsamında başlattığımız ALT+ adlı misafir sanatçı programında üretilen dört projeden biri. Oyunun Türkiye ve yurt dışındaki programlaması ve gösterimlerini de biz organize ediyoruz. Oyunun mümkün olduğunca farklı yerlerde gösterilmesi bizim için önemli. Öte yandan ben Ocak’ta İzmir’e taşındım ve artık burada da sürekli bir varlığımız olması İçin çalışıyoruz. A Corner in the World başından beri gerçekleştirdiği etkinlikler ve kurduğu iş birliği ağlarında bağımsız sanatçıları ve kurumları ön plana almaya, sanatsal üretimin yerelleşmesine, büyük şehirler, konvansiyonel mekanlar ve standart seyirci algılarının ötesindeki olasılıklara işaret etmeye çalışıyor. Bu anlamda İstanbul dışında çalışmalar yapmak hep istediğimiz bir şeydi. İzmir’de sanatsal anlamda çok heyecan verici bir hareketlilik var ve bunun bir parçası olmak için sabırsızlanıyoruz.
Oyunu yazma fikri nasıl ortaya çıktı; otobiyografik bir yanı var mı?
O. K: Işık Teorisi’ni yazma fikri Anna’nın hikayesi ile ortaya çıktı. A Corner In The World ekibi, bomontiada’da düzenledikleri sanatçı programı için beni çalışmaya davet ettiğinde bir şekilde, İstanbul’un Bizans’tan Osmanlı’ya geçmesi sırasında şehirden ayrılan Bizanslıları araştırıyordum. Anna onlardan biri, o dönemden bir entelektüel. Detayları çok iyi bilinmese de, İtalya’ya giderken, o zamanlar Konstantinapolis’te okudukları eski Yunan klasiklerini götürüp bir matbaa kuruyor. Yunan klasiklerinin İtalyanca çevirilerini yayınlıyor ve bu zorunlu göç bir şekilde Rönesans hareketini etkileyen şeylerden birine dönüşüyor. Bunu düşünmek, yani ‘yaşadığı yerden gitmek zorunda kalmanın, insanlık tarihine nasıl etkileri olabilir’ sorusunu uzun vadede görebilme fikriydi oyunun çıkış noktası. Otobiyografik yanı ise, etrafımda Türkiye’den taşınan, taşınma planı yapan çokça tanıdığım var. Gidenlerin hayatları -büyük ihtimalle- geri döndürülemez bir biçimde değişmekte; oyun da arkalarında bırakıp gittikleri küçük detaylar üzerinden bugünün perspektifini anlatıyor. Ya da gittikleri, bıraktıkları yerlerde zamanla oluşabilecek değişikliklerden bahsediyor. Oyunu yazarken bir de şu anı düşündüm: İnsan doğup büyüdüğü evden bir daha geri dönmemek üzere gidiyorsa, tam bavulunu kapamadan önce, odaya şöyle bir bakıp, ‘unuttuğum bir şey var mı’ diye kendine sorduğunda, ne hisseder; o bıraktığı dünyanın nasıl bir anlamı olur o kişi için. Aslında bütün oyun bu sorunun cevabını tekrar tekrar aramak üzerine. Oyunda, bugünün dünyasından tiyatro yapan bir karakter var; Kaan. Kaan Fransa’ya yerleşmek üzere İstanbul’u terk ediyor. Belki onun hikayesi bana ya da oyunda oynayan oyuncu Okan Urun’a ait benzerlikler taşıyor olabilir. Ama emin olun, bu düşünceler pek çoğumuzun aklından benzer şekillerde geçiyor.

Fotoğraf: Murat Dürüm
Oyun üç farklı karakterin, farklı zaman dilimlerinde, farklı mekanlardan hareket etme hikayelerini konu alıyor. Günümüzde çokça tartışılan ve zihinlerde yer alan “gitmek” ve “kaçmak” gibi kavramları ve aralarındaki ilişkiyi hikayede nasıl ele aldın?
O. K: Oyunda üç karakter var: Anna, Feraye ve Kaan. İçlerinden Anna’nın hikayesi tarihçilerden bildiğimiz kadarıyla gerçekten yaşanmış, 1453’te yaşadığı şehri terk ediyor ve kitaplarıyla İtalya’ya gidiyor. Anna, İstanbul’dan istemeyerek ayrılan ve gittiği İtalya’da kurduğu matbaa ile geleceğe etki etmiş biri. Onunla benzer deneyimleri kimlerin yaşadığını düşünüyordum bugün. Feraye ve Kaan hayali karakterler. Feraye, Suriye’deki savaş yüzünden 2013’te İstanbul’a gelmiş. Kaan da İstanbul’dan ayrılıp Fransa’ya yerleşiyor. Bu üç hikayenin kesiştiği o kadar çok durum var ki, bu zorunlu yolculukların hepsi bana tanıdık geliyor. Bu gidişlerin motivasyonları, savaş, baskılar, zorunda hissetme gibi nedenler olabilir. Ama bunu tek bir motivasyona indirgemek istemiyorum. Seyircilerin de bunun ne kadar karmaşık ve zor bir durum olduğunu anlamalarını istiyoruz oyunda.
Oyunda üç farklı hikayeyi gelecek zamanda izliyoruz; bu da bir tür bilim kurgu hissi yaratıyor. Tiyatro ve ‘gelecek’ kavramını sahne üzerinde kurgulama fikri nasıl gelişti?
O. K: Tiyatroda, sahnede hem bir icat olması hem de sahnelenmesi imkansız olacak şeyleri görmeyi çok seviyorum. Oyunda anlatılan bu üç kişinin hikayesi bize yakın olduğu için belki, onu uzak bir mesafeden görmenin de iyi olacağını, daha başka bir perspektiften anlamamızı sağlayacağını düşündüm. Bu yüzden oyuna bir dördüncü karakter ekledim. Onun adı da Feraye. 2453’te yaşıyor. Oyun da bu yüzden 2453 yılında başlıyor. İşin bu kısmı çok keyifliydi. Acaba gelecekte nasıl yaşıyorlar, bizi nasıl görüyorlar diye düşünmek. Ayrıca bizim hayal ettiğimiz 2543 de gayet iyi bir yer. En azından bu gelecek bize umut verir diye düşündüm.

Fotoğraf: Murat Dürüm
Oyuncular ve oyunu yaratan ekip çok çeşitli disiplinlerden geliyor, nasıl bir araya geldiniz ve ne gibi yöntemler kullandınız?
O. K: Ekip aslında çoğunlukla daha önce beraber çalıştığım ve yaratıcılıklarına güvendiğim kişilerden oluşuyor. Utku Kara (ışık tasarımı) ile ışıkla bir dünya yaratmayı, mekanı düşünmeyi uzun süredir keyifle beraber yapıyoruz. Özcan Ertek’in (ses tasarımı) oyun için yaptığı bir saatten uzun elliye yakın parçası da provalar sırasında ortaya çıktı ve organik bir şekilde sahneler için ses ve müzik düşünmek herkese ilham veriyordu. Hilal Polat (kostüm tasarımı) gelecekte insanlar ne giyer konusunda birçok denemeler yaptı. Burak Çevik (fotoğraf) bir sinemacı ve Dilşad Aladağ (fotoğraf) da bir mimar olarak, Kaan karakterinin gözünden hikayenin günümüz İstanbul’undaki izdüşümlerini fotoğraflarla aradılar. Aslında bütün bu çalışmalar, tiyatronun dramaturji kısmına tekabül ediyor ki bu da işin çatısını güçlendirmeye yarıyor. Hem Zinnure hem de Okan bu çalışmalardan oldukça beslendiler.
Oyun yazıldığında sene 2017’ydi ve yakın bir geleceği anlatıyordu. Şu an oyunda bahsedilen yıldayız. Bu durum oyunun gösterilişindeki algıyı değiştiriyor mu? Oyunun kendi içinde bir değişim oluyor mu? Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
O. K: Oyunu yaparken derdimiz o an yaşadığımız an oluyor genelde. Etrafımızdaki dünya da hızla değiştiği için yaptığınız şeyin artık yaşadığınız dünya ile alakasının değişmesi tiyatroda olası bir durum. Ama mesela oyunu yazdığımızda 2019’da genel seçim olacak sanıyorduk. Fakat seçimler öne alındı, 2018 yazında oldu. Bence burada önemli olan, bütün bu değişimlerle şu ana nasıl baktığımız: Nostaljik bir açı mı, şu ana dair daha umut veren bir bakış açısı mı, daha güzel ya da zor bir gelecek mi, bunları anbean düşünmek ve yaşamak tiyatroda her şey o anda olduğu için çok mümkün. Bakış açımız o anın gerçekliğine göre nasıl değişiyor, bu en azından benim için bir yönetmen olarak önemli. Karışık bir konu olsa da, gelecek hem çok uzak, hem de çok yakın geliyor bana. Bunu seyirci de bir şekilde hissetsin istedim.

Fotoğraf: Murat Dürüm
İstanbul dışında ilk defa sergilenecek olması heyecan verici olmalı diye tahmin ediyorum; İzmir seyircisiyle ilk buluşmanı nasıl hayal ediyorsun?
O. K: Oyunu İstanbul dışında oynamanın anlamını merak ediyorum. Oyunun anlatıldığı yer, aslında bizim İstanbul’da oynadığımız, bomontiada’dan yürüyerek on dakikalık bir mesafedeki Kurtuluş semti. Oyunu izlerken oranın hemen yanı başınızda olduğunu bilmek belki tedirginlik yaratıyor olabilir. Ama sanki oyun İstanbul dışındayken daha şiirsel bir hal alabilir gibi geliyor bana, uzak bir şehir hakkındaymış gibi… Ama nasıl olur bilmiyorum. Merak ediyorum. Umarım İzmirliler oyunu severler.
Işık Teorisi’ni daha ne kadar süre ve nerelerde izleyeceğiz?
O. K: Işık Teorisi, İzmir’den sonra Mayıs başında Almanya’daki Heidelberger Stückemarkt Tiyatro Festivali’nde oynayacak. Sonrasını henüz bilmiyoruz. İstanbul’da oyunu yaptığımız ve bir sezon boyunca oynadığımız tiyatro artık ne yazık ki kapatıldı ve oyunu oynayacak yeni bir yer İstanbul’da bulamıyoruz. Seyircimiz geliyordu, biz de oldukça mutluyduk ama ne yazık ki durum bu. Keşke İstanbul’da oyunu oynamaya devam edebilsek…

Fotoğraf: Murat Dürüm
Son olarak, geleceğe yönelik üzerinde çalıştığın projeler var mı?
O. K: Şu an bir yandan ilk uzun metraj filmimi yazıyorum. Ama film yapmak tiyatro kadar lojistik olarak kolay olmuyor ve vakit alacak gibi duruyor. Yeni şeyler yapmak ve öğrenmek durumunda kalıyorum. Öte yandan yazmakta ve geliştirmekte olduğum iki yeni tiyatro oyunu var. Onlar da önümüzdeki bir yıl içinde seyirci ile buluşacak umarım.
Kapak Fotoğrafı: Murat Dürüm