Eğitim hayatı boyunca aktif bir öğrencilik geçiren, sonrasında STK’lar ve 12 yıl Hollanda Başkonsolosluğu deneyimi ardından İzmir’e göç etmeye karar verip Kültür için Alan projesinin Ege Bölgesi Yerel Koordinatörü olan Recep Tuna ile görüştük. Kültür için Alan’ın ne olduğundan ve desteklediği projelerden bahsettik.
Kültür için Alan’dan bahsetmeden önce, Hollanda Başkonsolosluğu deneyimi oldukça uzun bir dönem, bir o kadar değerli olmalı. Nasıl geçti ve neler deneyimledin, bizlerle paylaşır mısın?
25 yaşında girdiğim Hollanda Başkonsolosluğu’nda 12 yıl çalıştıktan sonra 2017 yazında işten ayrıldım. Çok şey yaşandı tabii o süreç içerisinde. Mesela, 2007’de dönemin Hollanda Kraliçesi Beatrix, ilk defa resmi devlet ziyareti için Türkiye’ye geldi. Biz onun basın ve kültür programını hazırladık. Sonra 2008 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olabilmesi için adaylık süreci başladı. Beyoğlu’nda olduğumuz için biz de o zaman, o grubun içindeydik. 2010’da Avrupa Kültür Başkentlerinden biri oldu İstanbul. Yaptığımız tanıtım faaliyeti sayesinde Avrupa ülkeleri arasında 2010 senesi içinde Hollanda olarak İstanbul’da ve Türkiye’de en çok kültürel faaliyet yürüten ve destekleyen ülke olduk. 2010 sürecinden sonra 2012’de Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerinin 400. yılı kutlandı. Türkiye devleti Hollanda’da birçok etkinlik düzenledi. Kültür-sanat, akademi, siyaset ve temsille alakalı faaliyetler. Biz de Hollanda’yı temsilen Türkiye’de faaliyetler yaptık. O sene tüm Türkiye’deki faaliyetlerimiz için hatırı sayılır tutarda bir kültür bütçesi yönettik. Şahsen 164 ayrı etkinlik dosyasını takip ettiğimi anımsıyorum. Bu şekilde, kendi kültür ve sanat beğenimi kendime saklamak üzere, işin daima yönetim tarafında oldum. Sanatçılar eserlerini üretirken gösterdikleri başarıyı bazen yönetimsel konularda göstermekte geride kalabiliyorlar ve desteğe ihtiyaçları oluyor. Bu da çok normal. Hep o noktada devreye girdik ve iyi bir yönetim planıyla her zaman sanatçıları destekledik.
Yıllar içinde yüzlerce irili ufaklı etkinlik gerçekleştirildi. Bunlar arasında Hollanda Kraliyet Senfoni Orkestrası Concertgebouw’nun İstanbul ve İzmir’de verdiği konserler ön plana çıkıyor tabi. Netherlands Dance Theatre birkaç kere geldi. Hollanda’da caz çok gelişmiştir. IKSV Caz Festivali için, Antalya Expo için, İzmir ve Ankara’daki caz günleri için gruplar, müzisyenler geldi. Escher sergisi yaptık. Hollanda’da “Grafik Tasarımın 100 Yılı” diye bir sergi oldu. Sabancı Müzesi’nde “Rembrandt ve Çağdaşları” sergisi yapıldı, “Kobra – Özgür Sanatın 1000 Günü” sergisi açıldı.
Kurumlarla olan ilişkilerin nasıl yürüdüğünden, yapıdan ve desteklerin ne şekilde gerçekleştiğinden biraz bahsedebilir misin?
Kültür sanat alanında bence çok hassas bir konu var. Hollanda Başkonsolosluğu’na girdiğim dönemde talep odaklı çalışma prensibimiz vardı. Önceliğimiz, Hollanda kültür sanatı ile ilgili yerelde ne talep ediliyorsa onun kolaylaştırıcılığını yapmaktı. Bu hem bizi diğer ülkelerden ayırıyor hem de bize çok esnek ve iyi bir hareket imkanı sağlıyordu. Sonra uluslararası kültür politikasının ekonomik diplomasiye eklemlenme sürecini yaşadık. Bu noktada tavır daha arz odaklı olmaya başladı ve ben önceki usulün ne kadar yararlı olduğunu aslında test edip onaylama şansını elde ettim. Gerçekten de talep odaklı çalışmak, yerelin talebine kulak vermek ve onunla beraber dönüşmek çok anlamlı oluyor. Şimdi yine arz ve talebin dengeli bir şekilde değerlendirildiği bir dönemdeyiz. Mutluluk verici. Şunu da bir kez daha söylemek istiyorum, bürokratların ve diplomatların, eğitimleri ne olursa olsun, yönettikleri bütçeyle alakalı kendilerine sunulan projeleri sunulduğu gibi anlamaları gerekir. Yönetimsel açıdan tavsiyeler her zaman çok değerlidir ama içerik ile ilgili sanatçının alanına karışılmamalıdır. Bu sanatçının ifade özgürlüğüne aykırıdır. Zaman zaman bunun örneklerini görebiliyoruz. Bu hiç iyi bir şey değil ve bunu yapana da zarar verecek bir durumdur.
Peki, Kültür için Alan’a geçişin ne şekilde gerçekleşti?
2017’de İstanbul defterini kapatıp İzmir’e gelmeye karar verdim. İzmir’e gelirken tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum aslında. İstanbul’da gerçekleştirdiğim eğlence odaklı organizasyonlarım vardı, Hollanda ulusal günüyle ilgili partiler, cadılar bayramı partileri gibi. Gecenin konseptine uygun setler hazırlayarak kendi organizasyonlarımda müzik çalmaya da başlamıştım. İzmir’de de bu tarz işler mi yaparım acaba, diye düşünüyordum.
Tam bu esnada öğrendim ki Alman Kültür Merkezi’nin öncülüğünde Fransız Kültür Merkezi, Hollanda Büyükelçiliği ve İsveç Başkonsolosluğu’nun ortaklığında Anadolu Kültür ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın da katılımı ile Kültür için Alan projesi başlıyordu. Proje, İstanbul ve Ankara dışında potansiyeli olan yerel merkezler olarak ortaya çıkan İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’te uygulanacaktı. Zaten yıllardır birbirimizi oldukça iyi tanıyan kurum temsilcileri olarak bir araya geldik. Bu sürece tecrübem ve bilgi birikimim dahilinde nasıl destek olabileceğimi değerlendirdik. Sonrasında tam zamanlı olarak İzmir merkez olmak üzere, Ege Bölgesi için projenin yerel koordinatörü oldum.
Kültür için Alan tam olarak neyi hedefliyor ve sence bu anlamda proje nasıl ilerliyor?
Kültür için Alan, Türkiye’de güncel görsel ve gösteri sanatlarının gelişmesi için oluşturulmuş bir destek projesi aslında. Uygulandığı illerdeki yerel kültür sanat kurumları ve inisiyatiflerini Avrupalı muadilleriyle işbirliğine teşvik etmek ve yapısal bir dönüşüm sağlamaları ve kurumsallaşmaları için destek vermek üzerine kurulu. Projenin üç tane ana bileşeni var. Bir tanesi her yıl açık çağrıyla belirlenen hibe desteği, ikincisi kültürel karşılaşmalar ve uluslararası dolaşım programı. Projenin uygulandığı üç ilden belirlenen kültür yöneticileri ile 2018’de Almanya’da Berlin, Hollanda’da ise Amsterdam ziyaret edildi. Bu yıl Almanya’da yine Berlin’e gidildi ve İsveç’te de Stockholm ziyaret edilecek. Üçüncü bileşen de kültür yönetimi eğitimi. O da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı öncülüğünde yapılıyor. Kültür için Alan projesi çok önemli bir açığı dolduruyor aslında. Ana akım kültür ve sanat kurumları bir şekilde kendilerini gerçekleştirebiliyorlar, büyük sponsorları olabiliyor, uluslararası fonlardan daha rahat yararlanabiliyorlar. Ancak bu yola yeni giren genç inisiyatifler kolay ayakta kalamıyorlar. Bunun örneğini çok gördüm İstanbul’da. Metropollerde iyi bir alternatif olarak ortaya çıkıyorsan, kurumsallaşıp yoluna devam edebilirsin veya senin gibi alternatiflere açık olan yere göç edebilirsin. O tür inisiyatiflerin öncüleri, zaten kendilerine başka yerlerde de yer buluyorlar, silinip gitmiyorlar, bunun örnekleri var. Bileşenlerine baktığın zaman bugün zaten güncel sanat piyasasının içinde o isimlere rastlarsın. Demek ki bir şeyler oluyor. Fakat o ilk kuruluş aşamasında kendilerine güvenlerinin tesis edilmesi gerektiği yerde, ufak dokunuşlarla da olsa destek verilmesi çok önemli. Bu sadece Türkiye için değil her yer için geçerli, zaten şu an Almanya ya da Hollanda’nın yapısına baktığımızda yerinden yönetim çok önemli. İçeriğe müdahale etmeden, kriterleri belirleyerek destek veriyorlar. Yine talebe odaklanan bir yaklaşım söz konusu. Kültür için Alan’da biz de benzer prensiplere sahibiz. Merkez ofisimiz İstanbul’da. İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’te ise yerel koordinasyon birimleri var. Dolayısıyla bize temas edebiliyor buradakiler, bu çok önemli. Ben Hollanda Başkonsolosluğu görevim sırasında öğrendim ki, bir şeyin temsilciliğini yapıyorsan, temsilciliğini yaptığın kurumun destek verdiği işleri görmeli, o insanlarla iletişime geçmeli, orada şahsen bulunmalısın. Geldiğimden beri destek verdiğimiz projeler İzmir’in neresinde, hangi ilçesinde gerçekleşirse gerçekleşsin hem işi izlemek için hem de insanlar benimle konuşabilsin diye oralara gittim. Diğer arkadaşlarım da öyle. Bazen bir projenin her ayağına katılmak mümkün olamıyor ama önemli buluşmalara, kalabalık olan etkinliklerine özellikle gitmeye çalışıyoruz ki insanlarla karşılaşalım, konuşalım. Bu şekilde, bir açığı doldurduğu ve kişisel temasa imkan verdiği için ilerledi proje ve ilgi çekti tabii.
İzmir özeline bakacak olursak, işte potansiyel orada devreye giriyor. Gerçekten İzmir’de irili ufaklı çok bileşeni olan bir kültür sanat yapısı var. O yapıyı destekleyen bir pozisyon üstlendi Kültür için Alan. Tabii, konsolosluklardan, elçiliklerden alınan başka fonlar ve Avrupa Birliği desteğiyle uygulanan projeler de var. Bunlardan bir tanesi de proje danışmanı olduğum, konuk sanatçı programları aracılığıyla kamu kurumları ve STK’lar arasında bağ kuran, ‘daire’ projesi. Bu proje İzmir merkez olmak üzere 9 ilde uygulanıyor.
Çok önemli bir konu şu ki, finansal dönüşüm sağlanmadan kurumsallaşmak mümkün değil. O finansı alıp, içselleştirip raporlayabilmek lazım. Ne kadarlık bir tutar olursa olsun, fark etmez. Yapı hep aynıdır; derdini anlatırsın, karşı taraf desteği sağlar, taahhüt ettiğin gibi işi yaparsın ve raporlarsın. O da kendi dosyasını kapatır gönül rahatlığıyla ve herkes yoluna devam eder. Ya da taraflar karşılıklı arzu ediyorsa ilişki devam eder. Kültür için Alan’ın nasıl gittiğine dair bir şey şu ki, biz buradaki bağımsız yapıya biraz daha kültür yönetiminin finansal yönetim kısmını anlatmaya ve tecrübeleri paylaşmaya çalıştık. Basitleştirilmiş formlarla başvuru ve raporlama sürecini, başvuruda sadece ifade olarak anlatmak değil aynı zamanda finansal olarak da anlatabilmek… Yani, talep edilen bütçeyi oluşturabilmek. Sonra harcamalar yapılıp iş gerçekleştikten sonra onun nasıl yapıldığına dair bütçeyi ve görsel raporu sunabilmek. Bunlar çok önemli. Bizim fonumuz küçük, çok büyük değil. Ama bu fonla iş yapabilen artık bir sonraki aşamada kurumsallaşarak daha büyük fonlara ve hibe programlarına başvurabilir.
Kültür yönetiminin proje yönetimi kısmıyla ilgili kurumsal gelenek oluşturmak yönünde ciddi bir paylaşımımız oldu ve bu buradaki piyasa tarafından kabul gördü. Bu sebeple şunu söyleyebilirim; ilk sene açık çağrıya 24 başvuru gelmesinden sonra ertesi sene 102 başvuru geldi. Demek ki yaptığımız şeyin bir karşılığı var, piyasa bize cevap veriyor. Yine, yeni başlayan inisiyatiflerin kurumsallaşarak ilerleyebilme cesaretini gösterebilmeleri ve uluslararası işbirliğine yönelme motivasyonu da bizim gözlemlediğimiz bir şey oldu.
Kültür için Alan’dan destek alan projeler hangileri, biraz içerikleriyle ilgili bilgi alabilir miyiz?
Nursaç Sargon küratörlüğünde devam eden video sanatı sergileri inisiyatifi MONITOR, İzmir’in çeşitli yerlerinde ve alternatif mekanlarında, Pakistan Pavyonu, Yıldız Sineması gibi alanları bazen yeniden kullanıma açarak izleyicilerle buluşuyor. Atıl durumda olan mekan bir dönüşüme uğruyor ve yeniden gündeme gelip bu sefer başka işlere de ev sahipliği yapmaya başlıyor, yine örnek Pakistan Pavyonu. Çünkü orada farklı sergiler yapılmaya devam ediyor.
Fonlanan bir diğer oluşum 6x6x6 İzmir, Kültür için Alan gelmeden önce zaten bir haritalama yapmıştı. İzmir’in belli merkez ve çevre semtlerinde hangi kültür sanat kurumları var, onları belirlemişlerdi. Bizim desteğimizle o kurumlara, kurum derken öyle büyük yapılardan bahsetmiyoruz, küçük bir kitabevi, bir galeri, bir müzisyen stüdyosu, bir resim atölyesi, buralara gittiler. Bu sene de projelerini dönüştürerek İzmir’in dışına çıkarıp Diyarbakır ve Ankara’ya gittiler. Bu onlar için kurumsallaşma yönünde önemli bir adım oldu.
Bazı projeler geçen sene de bu sene de desteklendi. Geçen sene başlayıp bu sene de devamına karar verilen dört proje var. MONITOR, 6x6x6 İzmir, Açık Stüdyo’ya olan kurumsal destek ve bir de Hilmi Etikan’ın film gösterimleri. Hilmi Etikan bu konsorsiyuma da dahil olan konsolosluklar ve kültür ataşelikleri ile beraber 30 yılı aşkın süredir İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’ni koordine ediyor. Kendisi üç yıldır İzmir’de yaşıyor. İzmir’e de o tecrübeyi aktarmış oluyor böylece. Çok güzel bir kısa film seçkisiyle, geçen sene İzmir merkezinde, bu sene buna ek olarak Foça, Selçuk, Ödemiş, Bergama ve Karaburun dahil beş ilçede projeye devam edecek.

K2 Urla Nefes Alanı
Projeleri anlatmaya devam ederken, Kültür için Alan sayesinde kurulan işbirlikleri ve bunların ilerleyişi üzerine neler söyleyebilirsin?
Kültür için Alan uygulandığı illerdeki kültür sanat yapısının ilerlemesini aslında yereldeki dinamiklerle gerçekleştirmek istiyor. Bu dinamikler sadece bağımsız sanat inisiyatifleri değil elbette. Aslında bu bağımsız sanat inisiyatiflerini destekleme potansiyeli olan ve finansal yeterliliği de olan kurumlar ve kişiler. İstanbul örneğinde bu çok var. İstanbul’da Türkiye’nin öncü sermayedar ailelerinin kültür-sanat kurumlarına hatırı sayılır bir destek verdiğini ya da bizatihi festivalleri kurup yönettiklerini biliyoruz. İzmir bu anlamda hakikaten bir potansiyele sahip ama ana akımın dışına çok fazla çıkılmamış.
Şimdi bizim amacımız burada, ana akımın dışında kalan alternatif ve güncel olarak görülen bağımsız sanat inisiyatiflerinin ve sanatçıların da desteklenmesi olduğu için kiminle nasıl bir işbirliğine gidilebilir, buna bakıyoruz. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi aslında K2 Çağdaş Sanat Derneği’nin de kuruculuğuna öncülük eden, PORT İzmir Trienali’ni oluşturan ve sürdüren, aynı zamanda K2 Urla Nefes Alanı’nın da kurucusu ve yatırımcısı Ayşegül Kurtel. Kendisi zaten güncel görsel sanatlar alanında ama gösteri sanatlarını da içselleştirecek şekilde senelerdir faaliyetlerini sürdürüyor. Ve tabii çok önemli ve güvenilir bir yerel dinamik olarak tanınıyor. Çünkü bahsettiğim, talep edip, uygulayıp, raporlamak kısmında da başarılı. Tek başına değil, hep gençlerle ve ekip olarak çalışıyor. Kendisini 2008’den beri tanıyorum, İzmir’le alakalı referans kendisi. Bir şey yapılacağı zaman nasıl İKSEV ve Arkas referans ise, Ayşegül Kurtel de öyle görülür.
Yerel dinamikler ile uluslararası işbirliği birleştiğinde sürdürülebilirlik de sağlanabiliyor. Bunun en güzel örneklerden birisi Temmuz ayında bağımsız gösteri sanatları girişimi Açık Stüdyo’nun Kültür için Alan desteği ile K2 Urla Nefes Alanı’nda uyguladığı “Kalıcı Güncel: Doğa” projesi oldu. Almanya’dan ve Türkiye’den performans sanatçıları bir araya gelerek doğayı merkeze alan mekana özgü gösteriler hazırlayıp sundular. Doğanın yol göstericiliği, çevresel sorunların arttığı bu dönemde daha da büyük bir anlam ifade ediyor.
Bu yılın projelerine geri dönecek olursak, örneğin fotoğraf sanatında Atölye 238, Sinan Kılıç ve Serkan Çolak yürütücülüğünde çok başarılı fotoğraf atölyeleri düzenliyor. Fotoğraf kitabı nasıl yapılır, onu da irdeliyorlar. Fotoğraf sanatçıları geliyor ve eğitim veriyorlar, seminerler gerçekleşiyor ve bir sergi de olacak. Çok güzel kurgulanmış bir proje, katılımcı bir şekilde uygulanıyor. Başarılı faaliyetlerini takip ediyoruz.
Galeri A’nın sanat eleştirmenliği seminerleri ve atölyeleri düzenlenecek. Bunlar görsel sanatlar, sahne sanatları ve sanat yazarlığı üzerine olacak. Biz bu projeyi aldığımızda çok heyecanlandık çünkü İstanbul’dakiler, bu İstanbul’da bile yok, dediler. İşte, İzmir’in öncülüklerinden bir tanesi daha! Entelektüel kapasite olarak da o kadar değerli bir alana temas ediyor ki… Eleştiri çok önemli bir şey. Şahsi, kurumsal, siyasi her alanda oldukça önemli. Proje için sadece İzmir’den değil İstanbul’dan da uzmanlar çağrılacak.
Son derece heyecan veren projelerden bir tanesi de, İlham Veren İşler. Hasan Cenk Dereli ve Evren Başbuğ beraber yürütüyorlar. Özellikle tasarım dünyasında bulunanların iş dünyasındakilerle tanıştırılıp, kaynaştırılarak beraber üretim yapmalarını sağlamayı amaçlıyor.
Derya Efe Uluca öncülüğünde Dijital Film Atölyesi’nin organizasyonu ile “2 Yaka Kısa Film Festivali” başlıyor. Balkan Can Kino Festivali var Atina’da, onlarla prensip işbirliğine gidiyorlar.
Benim çok sevdiğim ve önemsediğim bir proje var, o da Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (Ebiltem) Hack4Art projesi. Oldukça heyecan verici çünkü teknolojinin sanatın görselleştirilmesinde nasıl bir çözüm olabileceği üzerine bir hekaton yapacaklar. Şimdilerde atölyeleri devam ediyor. Geçen gün ziyaretlerine de gittim, çok havalı bir ortamları var.
Hayy Açık Alan’dan, Saliha Yavuz’un başvurduğu, Umut Altıntaş’ın F Projesi’nin ilk ayağı olan İzmir sergisi gerçekleşti. Sergi şimdi farklı şehirleri gezmeye devam ediyor.
Bir de Güçlü Adımlar var, aslında sokak temelli danslarda genç kadınların ifade özgürlüğünün ve kendine güveninin geliştirilmesi üzerine kurulan bir proje. Bu proje, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ile beraber gerçekleştirildi. Ege Üniversitesi’nden Ufuk Semercioğlu’nun başvurduğu, Gaziantep ve İzmir ayakları olan bir projeydi. Güçlü Adımlar küçük bir proje olmasına rağmen bizim için önemi şuydu; şehirlerarası işbirliklerini teşvik etmeye çabalarken ve bu sene Kültür için Alan da kendi içinde kurumsallaşırken, İzmir ve Gaziantep bağlantısının bizim için değeri büyük. Projenin genç kadınların özgüven gelişimini dans yoluyla sağlıyor olması Kültür için Alan’ın sivil toplum bağlantısını da ortaya koymuş oldu. Bu bizim için Kültür için Alan’ın kazanımlarından biri oldu.
Bu süreçte her proje bizi tek tek çok umutlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Bununla birlikte yüksek payelerden birini de Darağaç’a vermek lazım. Çok değerli bir oluşum. Bir yerin, bir mahallenin sanatla dönüşümünün en güzel örneklerinden biri Darağaç. Çok da naifler. İzmir’in kendi kültürüne ait bir sakinlikle, sindire sindire ilerleyen bir süreç izliyoruz. Darağaç özel bir mahalle ve Darağaç Kolektifi’ndeki sanatçıların hepsi çok yetenekli. Bugüne kadar katıldığım tüm etkinliklerde şahit olduğum bir şey var, özenilesi bir samimiyet sergiliyorlar. Mahalledeki ustalarla ve diğer mahalle sakinleriyle kurdukları iletişim de takdire şayan. Bu sene fon desteğiyle beraber dördüncüsünü düzenleyecekleri sokak sergisinin yanı sıra faaliyetleri arasında, mahallede yaşayan çocuklarla düzenledikleri bir okul, çeşitli atölye çalışmaları, bir sokak sanatı festivali, konuşma serileri ve aynı zamanda proje çıktısı olarak hazırlanacak bir de kitap var. Çok ayaklı ve değerli işler yapıyorlar. Finansal destek almış olmalarına rağmen naifliklerini de sürdürüyorlar.
Olumlu yanlarının yanında İzmir’de yaşadığın zorluklar oldu mu?
İzmir’e gelirken bana, şirket kuracaksan İstanbul’da kur, İzmirliler İstanbullu şirketlere iş verir diye bir anlayış hakim, dediler. Ben bu tavsiyeyi dinlemedim. Kemeraltı’nda 2. Beyler’de kurdum şirketimi. İzmir’in iş yapma kültürü İstanbul’a göre daha farklı olabilir, işler daha sakin ilerliyor olabilir. Ama ben zaten bunun için buraya geldim, İstanbul’un insani limitleri zorlayan hızından uzaklaşmak için.
Burada yaşanan zorluklar anlamında belki şu söylenebilir, bir yerde yüz yıldır bulunuyor olmak bir kişiye herhangi bir rütbe sağlamaz. Dışarıdan gelen yerele ne kadar saygı göstermeliyse, özellikle Türkiye kültüründe, yereldekinin de gelene bir o kadar misafirperver davranması usuldendir. Liberal bir kişi olarak geleneklerimiz göreneklerimiz diyerek sınırlandırıcı bir söylemde bulunduğum düşünülmesin. Ama gelene önce bir ‘hoş geldin’ dense güzel olur. Sonra ne yapıyor, ne üretiyor, ne katıyor ona bakılır. Bu süreçte ayrımcı söylemlerden de kaçınılması iyi olur. Zaten karşılıklı uyumlaşma yaşanmıyorsa devamlılık neredeyse imkansızdır.
Yine de şunu belirtmeliyim ki eğer üç olumsuz örnek yaşadıysam bunun yanında yüz olumlu örnek sayabilirim. İzmir’e doğru biçimde yaklaşıldığında İzmir’in ve İzmirlinin nasıl bir kabul ediciliği olduğunu yaşadım. Zaten niyetim burayı anlamaktı ve zaman içerisinde de güzel insanlarla tanışarak birlikte iş yapmaya başladık. Alışıyoruz ve devam edeceğiz.
Bize biraz da kişisel girişimin Alla Tuna Concept’ten bahseder misin?
Alla Tuna Concept, Hollanda Başkonsolosluğu’ndaki görevim esnasında bağımsız ve daha çok eğlenceye yönelik işler yapmak için oluşturduğum bir markaydı. Bu marka altında gerçekleştireceğim işler olarak kültür-sanat, eğlence, organizasyon ve danışmanlık alanlarını belirledim. Şu an eğlence alanı dışındakiler aktif, eğlence kısmı da yakında aktifleşecek umarım. Daha önce konsoloslukta çalışırken de bu şekilde gelişmişti. Kültür sanat alanında çalışanların veya bu alana yakın olanların katılım sağladığı eğlencelerdi bunlar.
İzmir’in çok sevdiğim yerleşik bir eğlence kültürü var. Alternatiflere de açık bir ortam var çünkü gençler var. Katıldığım organizasyonlarda neler oluyor gözlemliyorum. Yapacağım işler de yakında kendiliğinden başlayacaktır eminim. Daha önceki heyecanlı gençlik yıllarımda her şey hemen olsun istiyordum. Bunun olamayacağını zaman içerisinde tecrübeyle öğrendim. Şimdi artık süreçleri sindire sindire ilerliyorum. Uzmanı olduğum alan daha çok konsept geceler; cadılar bayramı, kostümlü partiler gibi.
Şu an çalıştığım işler ve danışmanlık verdiğim projeler sebebiyle eğlence işleri biraz ikinci planda. Yine de hiçbir zaman kapıyı kapatmıyorum. Çünkü ben eğlenmenin, kafa dağıtmanın çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Bir ihtiyaçtır, haktır. İyi eğlence gereklidir.
Mottom her zaman “eğlence ciddi iştir; şakaya gelmez” olmuştur. Yaptığım bütün partiler için basın bülteni hazırladım. Çoğu ana akım medyada yayınlandı. Piyasa koşullarını bildikten sonra ve ciddi yaklaşıldığında kazanılabilecek bir sektör. Şöyle bir şey var ki, işler çıkmaza giriyorsa ve paylaşım yoksa orada eğlenmek zor. Eğlenmeyeceğimi düşündüysem o işi yapmadım.
Bağımsız alanda, kolektifler ve sanatçılarla çalışmanın hoş yanları yanında zorluklarından da bahsettik. Bu anlamda son bir söz isteyelim…
Bence hepimize gerekli olan ego sadece sabah bizi yataktan kaldırıp dışarı çıkmamızı sağlayacak kadar olandır. Gerisi etkileşim, iletişim olmalı. Elbette herkesin şahsiyeti var, herkesin kendi alanı var. Çok sakıncalı bulduğum bir husus gururun kibre dönüşmesi. Buna dikkat etmek lazım gibi geliyor. Çünkü kendi egonu genişlettiğinde başkasına yer kalmıyor. O zaman karşılıklı öğrenmenin imkanı olmuyor ve aslında çok ciddi fırsatlar kaçabiliyor. Herkesin bildiği şeyler var. Bu bilgiler açığa çıkarsa toplamda çok güzel bir ışık yaratıyor. Onu kaçırmamak, ona dahil olmak lazım. Bence yolumuzu aydınlatmanın en iyi yöntemlerinden biri de bu.